RENGİ NEDEN SANA BENZEMEZ Kİ ŞİMDİ GÜLLERİN?
RENGİ NEDEN SANA BENZEMEZ Kİ ŞİMDİ GÜLLERİN?
Peygamberimizin vefatı
Cebrail aleyhisselâm Peygamber efendimize her sene o zamana kadar nazil olan âyetleri
okumak üzere de bir kere gelirdi.
Vefat edeceği sene iki kere gelip Kur'ân-ı kerîmi iki defa baştan sona okudu.Peygamberimiz aleyhisselâm vefatından önce Humma hastalığına tutuldu.
Bu hastalık 13 gün sürdü. Bu müddetin son 8 gününü Hazreti Âise'nin odasında geçirdi.
Hastalığının ilk günlerinde ve ateşi düştüğü sıralarda mescide çıkıp Esbabına namaz kıldırıyordu.Resûl-i Ekrem vefat edeceği sırada Hazreti Ali'ye, Hazreti Âişe'ye vasiyyette ve nasihatta bulundu.
Bu sırada ağlayıp göz yaşı döken Hazreti Fatima'ya (Kızım bir miktar sabreyle, ağlama. Zira Hamele-i Arş (melekler) senin ağlaman üzerine ağlaşırlar.) buyurdu. Hazreti Fatıma'nın göz yaşını sildi.
Teselli verip Allahü teâlâdan sabır vermesini diledi ve (Ey kızım, benim ruhum kabz olacak.
(Innâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn) diyesin. Ey Fatıma gelen her musibete bir karşılık verilir) buyurdu.
Bir müddet mübarek gözlerini kapayıp sonra (Bundan sonra babana üzüntü ve keder, tasa olmaz.
Zira fâni âlemden ve mihnet yerinden kurtuluyor) buyurdu. Sonra hanımlarına nasihat buyurdu.
Sonra torunları Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin'i yanına alıp, onlara şefkatle bakarak alınlarından öptü.Rebi'ülevvel ayının onikisinde Pazartesi günü öğleden evvel Cebrail aleyhisselâm gelip (Yâ Resûlallah, Cennetleri süslediler, Huri ve Rıdvan donandı. Allahü teâlâ sana hiç kimseye verilmeyen çok şeyler ihsan etti. Kevser Havzı,
Makam-ı Mahmud ve Şefâat-i Ümmet verdi. Kıyamet günü sen razı oluncaya kadar ümmetini bağışlar.
Yâ Resûlallah Melek-ül
Mevt kapıda beklemektedir, içeri girmeğe izin ister. Şimdiye kadar kimseden izin istememiştir.
Bundan sonra da istemez.) dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz izin verdi.
Azrail aleyhisselâm içeri girip selâm verdi ve sonra, (Yâ Resûlallah Allahü teâlâ beni senin huzuruna gönderdi.
Senin emrinden dışarı çıkmamamı buyurdu. Dilersen şerefli ruhunu kabz edip ulvî âleme yükselteyim,
yoksa dönüp gideyim) dedi. Cebrail aleyhisselâm: (Ey Habibullah, Allahü teâlâ sana müştakdır) dedi.
Sonra selâm verip veda ederken (Ey Muhammed, Ey Ahmed, bundan sonra vahiy için bir daha gelmem ve
Hak teâlânın haberini yer yüzüne getirmem. Benim maksudum ve matlubum sen idin yâ Resûlallah.) dedi.
Bundan sonra Peygamber Efendimizin, (Ey kardeşim Azrail, vazifeni yap!) buyurması üzerine,
mübarek ruhunu kabz etti.
Böylece Resûl-i Ekrem Efendimiz Hicretin onbirinci yılında (milâdî 632) Rebi'ülevvel ayının 12'sinde
Pazartesi günü öğleden evvel vefat etti.
Vefat ettiğinde Kamerî seneye göre 63, Şemsî seneye göre 61 yaşında idi.
Eshab-ı kiram, Resûlullahın vefatı üzerine pek çok üzülüp gözyaşı döktüler.
Çoğunun dili tutulup bir müddet konuşamaz oldular. Hazreti Ebû Bekir Resûlullahın
yanına girip mübarek yüzünden
örtüyü kaldırarak mübarek alnından öptü. Sonra başını kaldırıp, mübarek alnından
tekrar öpüp, (Ah Safî) dedi. Bir daha öpüp (Ah dost) dedi. Sonra mübarek pazusunu
öpüp ağladı. (Anam babam sana feda olsun! dirin ve ölün tayyib, temiz ve ne güzeldir!) dedi.
Ve (Eğer ihtiyarımız
elimizde olsaydı canlarımızı yoluna feda ederdik. Eğer sen bizi men etmeseydin, gözlerimizden
pınarları akıtırdık.
Salâtü selâm okuyup, (Yâ Resûlullah bizi Rabbinin katında hatırla) dedi.
Eshâb-ı kiram grup grup odaya girip cenaze namazı kıldılar. Salıyı Çarşamba'ya bağlayan gece (Çarşamba gecesi) yarısı mübarek ruhu alındığı yerde defn olundu.
Mübarek cesedini kabre Hazreti Ali, Fadl, Üsâme ve Abdurrahman bin Avf indirdi. Kıyamet günü
kabirden en önce O kalkacaktır. En önce O şefaat edecektir. En önce O'nun şefaati kabul olunacaktır.
Cennet kapısını önce O çalacaktır.Resûl-i Ekrem efendimizin vefatı üzerine bütün Müslümanların kalbleri yandı, çok üzüldüler.
Peygamberimiz aleyhisselâm bizim bilmediğimiz bir hayat ile, şimdi kabrinde hayattadır.
Cesed-i şerifi asla çürümez. Kabrinde bir melek durup, ümmetinin söyledikleri salavâtı
kendisine haber verir. Mimberi ile kabr-i şerifi arası Cennet bahçesi gibi kıymetlidir.
Hz. peygamber'ın son sözleri...
Bugün 8 Haziran 2009.
Hüzünlü bir günün sene-i devriyesi...
Peygamber Efendimizin miladi olarak 8 Haziran 632 de vefat ettiği düşünülürse, bugün itibari ile tam 1377 yıl olmuş.
2004 yılı Nisan ayında Kutlu Doğum Haftası vesilesiyle İstanbul'da bilbordlara bazı sivil toplum kuruluşlarınca, “Hz. Muhammed 1477” yaşında afişleri asılmıştı. İyi bir anma sloganı değildi. Mevzuyu sığlaştırıyordu. O günlerde eleştirmiştim. Bu hesaba göre Hz. Musa 4 bin, Hz. İsa 2 Bin yaşında olur. Geçen yılların uzunluğu mevzuya değer kazandıran bir muhteva olarak yansıtılmamalıydı.
Tasavvuf düşüncesinde ilk yaratılan, varlıkların başlangıç sebebi olan Nur-ı Muhammedî’dir. Yaratılmışlar arasında herşeyden önce o vardı. Yunus Emre Divanında bu konuyu uzun anlatır. Hz. Muhammed’in (sav) tüm varlık aleminde ilk yaratılan olduğunu ifade eden manzume ve beyitleri vardır.
"Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur” hadis-i şerifinin devamında âlemin yaratılış safhaları sırayla, kalem, levh, arş, hamele-i arş olan melekler, kürsi, diğer melekler, gökler, yerler... şeklinde ifade edilir. Göklerin ve yerlerin yaratılmasından önceki safhalarda, yaratılış doğrudan doğruya Nur-u Muhammedîden gerçekleştiği bilgisine yer verilmektedir. Her şeyin bir sebebe bağlandığı bu hikmet dünyasında, şu görünen âlemin başlangıcının böylece takdir edilmiş olması İlâhî hikmete muvafık düşmektedir.
Son sözleri...
Mevzuya yaptığımız bu girişten sonra, gelelim bundan 1377 yıl öncesine, 8 Haziran 632 tarihine...
Peygamber Efendimizin vefatından bir gün önceydi...
Herkes nefesini tutmuş bekliyordu. Çünkü az evvel Hazreti Peygamber, “Bende bir hakkı olan varsa gelsin alsın” dediğinde, orada bulunan sahabelerden biri; “evet, benim bir alacağım var. Bir gün kırbacınızın ucu o sıra açık olan sırtıma değmişti de, canım yanmıştı” dedi. Hz. Peygamber hiç tereddüt etmeden üstündeki kıyafeti sıyırdı, arkasını döndü ve ‘vur’ dedi.
Herkes şaşkındı. O sahabe hemen koşturdu ve elini yüzünü Hz. Peygamber’in mübarek sırtına sürdü, doyasıya öptü. Ardından da, “teninizin değdiği yerleri cehennem ateşinin yakmayacağını bildiğimden, mübarek bedeninize dokunabilmek için mahsus böyle söyledim” dedi. Hz. Peygamber bu davranışıyla, kul hakkının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.
Vefatına çok az bir süre kala göz nuru kızı Hz. Fatma’yı yanına çağırdı ve kulağına bir şeyler söyledi. Hz. Fatma’nın önce üzüldüğü sonra sevindiği görüldü. Hikmeti sorulduğunda; “Babam bana yakında vefat edeceğini söyleyince çok üzüldüm. Fakat benim yanıma ilk sen geleceksin dediğinde ise sevindim” cevabı verdi. Nitekim Hz. Fatıma Peygamber Efendimizden 6 ay sonra vefat etti.
Peygamber Efendimiz vefat etmeden az önce eşi Hz. Ayşe’nin dizine uzandı ve mübarek başını Hz. Ayşe’nin çenesi ile göğsü arasına yasladı. Misvak istedi. Takatsiz olmasına rağmen, zaten inci tanesi gibi olan dişlerini temizledi. Rabbi’nin huzuruna tertemiz gitmek istiyordu.
Bu vesile ile şu noktanın da altını çizelim.
Peygamber Efendimizin son nefesini vermeden az önce dişlerini temizlemesi, kıyametin kopmak üzere olduğunu bilseniz bile elinizde bir fidan varsa dikiniz tavsiyesini ve benzeri binlerce örnek davranışını kendimize de, toplumumuza da, insanlık alemine de yeterince anlatamadık ya, ona yanıyorum. Dünya Çevre Haftası’nın kutlandığı şu günlerde başka söze gerek kalır mıydı?
Benzer örneklere diğer dinlerin mühim şahsiyetlerinin hayatlarında bu kadar yoğunlukla denk gelinmiş olsa, tüm dünya çoktan onların dinlerine dahil olmuş olurdu. Hz. Peygamber’i ve bu dine ait değerleri ve güzellikleri insanlığa anlatmakta geç kaldık, vesselam... Eğer bugün dünyada ineğe tapanların sayısı Müslümanların sayısına yakınsa, kristal misüllü değerlerini dünyaya anlatamayanların “ah benim öküz kafam” diye düşünmesi ve hicap duyması gerekir.
Durum böyle olunca, Amerikan Başkanı Obama konuşmasında Kur’an’dan bir iki alıntı yaptı diye avunup duruyoruz. Bir örnek abide olarak Hz. Peygamber insanlığı çepeçevre kuşatıncaya ve O’nun mesajı herkese ulaşıncaya kadar kendimizi yeterince birşey yapmış duygusu içinde hissetmemeliyiz.
Türkçe Olimpiyatları’ndaki güzelliğe bir de bu pencereden bakınız... Oralara, o tertemiz genç dimağlara götürülen nefes kimin nefesi... O tatlı yüzler bize neden bu kadar sıcak geliyor... Hangi iklimin rahmet esintileri o gençlerin çehrelerinde tebellür etmiş ve bir nur halesi nakşedilmiş.
Sonra da vicdanınıza bir sorun... O mesajı oralara götürmek için gidenlere de, onların buralara gelmesine vesile olanlara da ne kadar katkımız oldu. Neden sadece 115 ülke vardı da, insanoğlunun yaşadığı her yöreden, her köşeden, her ülkeden, her kabileden çocuklar yoktu. Ve biz, bu mesaj ve bu nefes her yere ulaşabilsin diye o civanmertlere, Başbakan Erdoğan’ın tabiri ile günümüzün o çağdaş akıncı beylerine nasıl bir katkıda bulunabiliriz? Bu sadece onların mı sorumluluğu ki kenardan seyrediyoruz. Bari birşey yapmıyorsak, hased ya da kıskançlıkla hayırlı işlere mani olmayalım da, hiç olmazsa günahlarına girmeyelim. Şeytanı sevindirmeyelim.
Son anları...
Peygamber Efendimiz vefatından az önce son sözleri olarak; Namaza dikkat edilmesini, kadın haklarının korunmasını, idare altındakilere iyi muamele edilmesini, emanetlerin yerlerine ulaştırılmasını istedi." (Câmiü's-Sağîr, c.3, s.188/3190) İnsanlık sırf bu öğütlere kulak verse, daha yaşanılabilir bir dünya oluşturmak işten bile değildir.
Son cümlelerini tamamlamıştı ki, bir ara kapı çaldı. Gelen Hz. Cebrail’di. Selam verdi. Peygamberlik görevinin sona erdiğini söyledi. Ardından, kapıda bekleyen bir misafir daha olduğunu ve eğer izin verirse ancak içeri girebileceğini söyledi. Hz. Peygamber “o kim?” diye sordu. Hz. Cebrail, ölüm meleği Hz. Azrail dedi. Hz. Peygamber, “gelebilir, ben hazırım” cevabı verdi. Şahadet parmağını yukarı kaldırdı; “Yüce Dosta" gittiğini söyleyerek ruhunu teslim etti. Hz. Ayşe seslendi, cevap alamadı. Hz. Peygamber’in mübarek gözünden bir damla yaşın yanağına süzüldüğünü gördü.
Bilemiyoruz artık Hz. Peygamber niçin ağlıyordu. Geride bıraktığı dost ve arkadaşlarının hasretine mi, yoksa Müslümanların emanete yeterince sahip çıkamayacakları endişesi ile mi?
Ya Rasül... Emanetine yeterince sahip çıkamadık, doğrudur..
Sallallahu Aleyhi Vesellem)'e İtaat Eden ALLAH-U TEALA'ya İtaat Etmiş Olur...
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem)'e İtaat Eden ALLAH-U TEALA'ya İtaat Etmiş Olur...
Allah, tüm insanları gönderdiği elçilere uymakla ve onlara itaat etmekle sorumlu tutmuştur. Elçiler, Allah'ın emirlerini yerine getiren, insanlara Allah'ın vahyini ileten ve hal ve tavırlarıyla, konuşmalarıyla, kısacası tüm hayatlarıyla insanlara Allah'ın en hoşnut olacağı insan modelini ve hayatın nasıl yaşanması gerektiğini gösteren mübarek insanlardır. Allah Kuran'da elçilerine uyanların kurtuluşa ereceklerini bildirmiştir. Bu nedenle Peygamberimiz (sav)'e itaat, önemli bir ibadettir. Allah itaat konusunun önemini Kuran'da şöyle haber verir:
Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Allah'tan bağışlama dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı. (Nisa Suresi, 64)
Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar?
(Nisa Suresi, 69)
Kuran'ın birçok ayetinde ise, peygamberlere itaat edenlerin aslında Allah'a itaat etmiş oldukları bildirilir. Elçilere başkaldıranlar ise, gerçekte Allah'a karşı gelmişlerdir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Kim Resul'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik. (Nisa Suresi, 80)
Şüphesiz sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Şu halde, kim ahdini bozarsa, artık o, ancak kendi aleyhine ahdini bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahdine vefa gösterirse, artık O da, ona büyük bir ecir verecektir.
(Fetih Suresi, 10)
Peygamberimiz (sav) de, hadis-i şeriflerinde itaatin önemini hatırlatmış ve şöyle buyurmuştur:
"Kim bana itaat ederse, muhakkak ki Allah'a itaat etmiştir. Kim de bana isyan ederse muhakkak ki Allah'a isyan etmiştir." ( 1 )
Allah, Kuran'da Peygamberimiz (sav)'in müminler için bir koruyucu ve yönetici olduğunu bildirmektedir. Bu nedenle Müslümanlar her konuda Peygamberimiz (sav)'e danışır, onun fikrini ve rızasını alarak bir işe başlarlardı. Ayrıca aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda, çözüm bulamadıklarında veya ümmetin güvenliğine, sağlığına, ekonomik durumuna yönelik bir haber öğrendiklerinde bunları da hemen Peygamberimiz (sav)'e iletir ve ondan en hayırlı ve güvenli çözüm veya yöntemi öğrenerek uygularlardı.
Bu, Allah'ın Kuran'da müminlere emrettiği çok önemli bir ahlaktır. Örneğin Allah bir ayetinde, tüm haberlerin peygambere veya onun kendisine vekil kıldığı kişilere iletilmesini emretmektedir. Ayette şöyle buyrulur:
Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırıverirler. Oysa bunu peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan 'sonuç-çıkarabilenler' onu bilirlerdi. Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz. (Nisa Suresi, 83)
Bu elbette ki birçok hayrı ve hikmeti olan bir emirdir. Herşeyden önce Peygamberimiz (sav)'in her emri ve hükmü Allah'ın koruması altındadır. Dolayısıyla verdiği kararlar daima hayır olur. Ayrıca Peygamberimiz (sav) ümmetin en akıllı ve hikmetli kişisidir. İnsan her işinde doğal olarak en ehil, en yüksek akla ve vicdana sahip olan, en çok güvendiği ve emin olduğu kişiye danışmak, bir haberi sonuç çıkarması için ona götürmek ister.
Peygamberimiz (sav)'in tüm bu özelliklerinin yanında, bütün haberlerin tek bir kişide toplanmasının bir hikmeti de, bu haberlerin bütününden daha akılcı ve sağlıklı yorumlar yapılabilecek olmasıdır. Allah bir başka ayetinde ise, müminlerin aralarındaki anlaşmazlıklarda Peygamberimiz (sav)'i hakem tutmalarını bildirmiştir. Bu tür çözümsüzlüklerin hemen Peygamberimiz (sav)'e iletilmesi Allah'ın emridir ve bu nedenle de akla, vicdana ve adaba uygun olandır. Ayrıca, Peygamberimiz (sav)'in verdiği hükme gönülden ve hiçbir kuşkuya kapılmadan itaat etmek son derece önemlidir. Onun verdiği karar o insanın çıkarları ile çelişse de, gerçekten iman edenler bu durumdan hiçbir burukluk duymaz ve hemen razı olarak peygamberin hükmüne itaat ederler. Allah bu önemli itaat özelliğini Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar. (Nisa Suresi, 65)
Peygamberimiz (sav)'in tüm kararlarının daima Allah'ın koruması altında olduğunu fark edemeyen bazı zayıf imanlı ya da ikiyüzlü kişiler, Peygamberimiz (sav)'in her konudan haberdar olarak bilgilendirilmesine karşı çıkmış ve bu konuda fitne çıkarmaya çalışmışlardır. Bu durumun bildirildiği ayet şöyledir:
İçlerinden Peygamberi incitenler ve: "O (her sözü dinleyen) bir kulaktır" diyenler vardır. De ki: "O sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a iman eder, mü'minlere inanıp-güvenir ve sizden iman edenler için bir rahmettir. Allah'ın elçisine eziyet edenler... Onlar için acı bir azab vardır." (Tevbe Suresi, 61)
Bu kişiler imanın özünü kavrayamadıkları ve Peygamberimiz (sav)'i takdir edip tanıyamadıkları için onun herşeyden haberdar olmasını cahiliye zihniyeti ile değerlendirmişlerdir. Çünkü cahiliye insanları sahip oldukları bilgileri hayır, güzellik, insanların iyiliği ve güvenliği için kullanmazlar. Onlar bunu ancak dedikodu ve fitne için kullanır, insanları birbirine düşürmeye, tuzaklar kurmaya çalışırlar. Oysa, Peygamberimiz (sav) kendisine gelen her haberle hem Müslümanların hem de koruması altındaki diğer insanların güvenliğini, sağlığını, huzurunu sağlamış, olası tehlikeleri bertaraf ederek, müminlere kurulan tuzakları bozmuş, iman zaafiyeti içinde olanları tespit ederek onların imanlarını güçlendirecek önlemler almış, müminleri zayıflatacak, şevklerini kıracak tüm ihtimallerin önünü kesmiş, müminlere güzellik ve hayır getirecek türlü yöntemler belirlemiştir. Bu nedenle Allah ayetlerde onun, "bir hayır kulağı" olduğunu bildirmiştir. Peygamberimiz (sav)'in her sözü, her kararı, her önlemi müminlere ve aslında tüm insanlara hayır ve güzellik getirmiştir.
1- Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 482